“Yaşam”ı betimlerken hep tiyatro oyununa benzetirim…
Her an yeni bir role girdiğimiz, gün içinde kimbilir kaç kişiyi oynadığımız ve elbette farklı duygular, farklı düşünceler, farklı tutumlardan beslenerek davrandığımız bir tiyatro oyunu.
Aslında doğum ile birlikte insan; kendi olmayı bir kenara koyarak pek çok farklı rolü oynar.
Sabah yatağınızda “Kendi”niz olarak uyanırsınız.
Eşinizin yanınızda olduğunu farkedip sarılır “Eş” olursunuz.
Yataktan kalkıp yan odada uyuyan çocuğunuzu kontrol ederken “Baba” olursunuz.
Mutfağa geçip kahvaltı hazırlayacakken kayınvalidenizin çoktan hazırlamış olduğunu görür ve “Damat” olduğunuzu anımsarsınız.
Evde ekmeğin bittiğini farkedip bi koşu bakkala gidince “müşteri” olursunuz.
Bu liste böyle uzar gider…
Aslında tüm bu rollerden bağımsız olarak bir “benlik” algısına sahibiz. Yani aslında doğumdan itibaren bir “ben” var benden içeri ancak sahip olduğumuz roller bazen benlik ile o denli bütünleşiyor ki kişi rolünden bağımsız hareket edemez hale geliyor.
Öyleyse oyuna geri dönelim; çünkü bu oyunun perdelerinden biri de “Evlilik”...
Aslında doğumdan itibaren “ben” ve “erkek” ya da “kadın” yönümüz temel yönlerimiz olsa da, evlenip “eş” olduğumuzda daha temel olan rolleri geri plana atabiliyoruz.
Ki “eş” olmamızı takiben “anne/baba” olduğumuzda da “eş” olma rolümüzü geri plana atarız.
Haliyle bu durum hem bireysel psikolojik durumumuza hem de ilişkimize zarar veriyor.
Aslında “eş” olmayı yaşamımızın odağı haline getirmemiz de duygusal gereksinimlerimizi karşılama odaklı bir tutum. Ancak unutulmaması gereken şey dünyaya geldiğimizde ve yaşamımızın ilk 25-30 yılında “eş” rolünü oynamadan yaşamımızı sürdürüyoruz. Doğal olarak aslında daha öncelikli olarak beslememiz gereken yönlerimiz “ben” ve “erkek/kadın” yönlerimiz.
Aile danışmanlığı ya da Çift Terapisi için başvuran kişilerden sürekli şu yakınmayı duyuyoruz: “Kadınlığımı unuttum”, “Kendimi aileme adadım, sürekli çalışıyorum”, “Kendime ait bir alanım yok, kendimi ailemden ayrı hayal edemiyorum”.
Ailenin parçası olmak elbette güzeldir. Evlenmek ve çocuk sahibi olmak güzeldir ancak eş olmak ya da anne/baba olarak duygusal açıdan kendimizi beslesek de tüm duygusal gereksinimlerimizi karşılayabileceğimiz anlamına gelmez.
Bu karmaşa hali ve rollere gereken önemi vermemek pek çok soruna yol açabilir:
Kendini doyuma ulaşmamış, ihmal edilmiş, değersiz ve izole hissetmek bunlardan birkaçı.
Kafa karışıklığı, yaşamın amacıyla ilgili net olamama ve doğal olarak adım atamama, ilişkide tıkanıklar ve çatışmalar, kalitesiz / keyifsiz cinsel yaşam, ayrılık ya da boşanma…
Peki bu “rol karmaşası”nın ya da “beslenmeyen yön”lerin soruna yol açmaması için neler yapılabilir:
Kendinize ait zaman dilimi yaratın.
Kendinize ait hobileriniz, etkinlikleriniz olsun.
Eşinize/partnerinize, duygusal gereksinimlerinizi dile getirin, isteyin.
Sizi rahatsız eden kişi ya da durumları çözmeye çalışın.
Kendinizi tanımak için doğru içebakış yöntemleri kullanın.
Kendinizi toparlamakta güçlük çekiyorsanız uzman psikoterapistlerden terapi hizmeti alın.
Tüm rollerimizi olması gerektiği düzeyde oynayabildiğimiz günler diliyorum.
Haftaya kaldığımız yerden devam etmek dileğiyle