Türkiye'de son aylarda sıklıkla deprem haberleriyle karşı karşıya kalmaktayız. Dün yine birçok bölgeden hissedilen deprem haberlerini işittik. İşittiğimiz gibi de benim aklıma tabii ki daha öncesinde depremin korkunç etkileriyle yüzleşmiş insanlar geldi.
Türkiye ne yazık ki çok uzun zamandır depremin korkunç etkilerini can damarlarında hisseden bir ülke. Gölcük ,Düzce, Van, Bingöl, Erzincan ve niceleri... Hala düşündükçe kalbim sızlar. "Sesimi duyan var mı?" belki de 1999'dan ruhuma kazınan tek cümledir. Biz doksanlı yılların içine doğan çocukların ve o yılları yaşayanların belki de ruhuna gömülmüş en büyük travmalardandır.
Bizim mesleğimiz de ülkemizde 1999 yılında daha çok tanınmaya başladı. Psikoloji camiası öncesinde travmaya müdahale yöntemleriyle tanışmamıştı.
1999 yılı Türkiye'ye travmayla çalışma yöntemlerini de beraberinde getirdi. Zaman içinde bu yöntemlerin daha da güçlü kullanılacağını, hemen hemen her yıl travmaya müdahale ekiplerinin toplanacağını bilemeden...
Yaşanan her sarsıntıda travmaları tetiklenen insanlar, uykusuzluğu, kabus görmeyi, olayın yaşandığı andaki anıların sık sık gözlerinin önüne gelmesini, sarsıntıların tekrar yaşanacağı korkusuyla kaygıyla bekleme davranışlarını, çok çabuk sinirlenebilmeyi, gelecek planları yapamamayı ve kolay irkilme gibi travma sonrası stres bozukluğunun semptomlarını yeniden yaşamaya başlayabilirler.
Bir de günümüzde yapılan haberleri düşünelim. Bir gün manşetlerde Türkiye'de gelecek planı yapamayan onlarca insanın haberini okuyoruz. Kimisi yoğun kaygı yaşıyor, kimisi intihara sürükleniyor. Bir diğer gün haberlerde öfkesine yenik düşüp çevresine zarar veren ya da bu zarara maruz kalan, toplumu acıya boğan onlarca insanın haberleriyle karşı karşıya kalıyoruz.
Bunlar tesadüf değil, ne yazık ki. Ardı ardına yaşanan travmatik olaylar, travma bölgelerinde yapılması gereken psikolojik desteklerin yeterli alt yapının olmayışından eksik bırakılması, doğal afetlere karşı çevresel alt yapının yetersizliği, Soma faciası örneğinde olduğu gibi maden, günler öncesinde sinyal vermiş olmasına karşı tedbirin zamanında alınmamış olması, deprem toplanma alanlarına inşaatların yapılması, her geçen gün artarak devam eden terör olayları ne yazık ki yaşananların tesadüf olmadığını, toplumumuzun her geçen gün daha da artarak tetiklendiğini gösteriyor.
Görünen o ki 1999 yılında yükselen "sesimi duyan var mı?" çığlığı henüz gerektiği kadar yükselememiş. Ancak bu çığlığı duymamak toplumu yavaş yavaş uçurumdan aşağıya yuvarlıyor. Toplum vicdanının daha fazla göçük altında kalmaması dileklerimle...
Çok sevgiler...