Haziran ayını bugüne kadar hep yaz aylarının başlangıcı olarak bilirdik. Ama bu yıl bizim için anlamı daha farklı olacak gibi. Evlerden çıkamadığımız 2.5 ayın ardından Koronavirüs’ün Türkiye’de tedbiri elden bırakmamak kaydıyla Haziran ayı başından itibaren korkulu rüya olmaktan çıkacağı ifade ediliyor. Tabii işler Korona’dan önceki gibi hiçbir zaman olmayacak. Hem yaşam pratiğimiz hem de iş yapış şekilleri farklılaşacak. Korona günlerinde sağlık sisteminin kamusal yapısının hala korunuyor olması ve sağlık çalışanlarının özverili çalışmaları ile önemli başarılara imza atıldı. Sağlık sistemlerinde de hayata geçirdikleri neoliberal uygulamalar nedeniyle dünya devleri olarak gösterilen ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya’da sağlık sistemlerinin felç olduğunu, binlerce kişinin öldüğünü gördük. Ekonomik büyüklüğü onlara göre daha mütevazi olan Türkiye’nin bu süreçte bu devletlere destek olduğuna da şahit oldum. Bu desteği yaparken, hala kendi ülkesinde maske problemini çözemeyen, vatandaşlarına yardımları organize edemeyen bir devlet ile de karşılaştık.
Desteklerden kimse memnun değil
Bu süreçte her şeyin başı sağlık dedik ama bu günlerde işyerleri kapanan, işsiz kalan başta günlük yevmiye ile çalışanlar olmak büyük bir kesimde ne yazık ki çoğu kez kaderleri ile baş başa bırakıldı. Devletimizin zor günlerde kullanacağı İşsizlik Fonu gibi kaynakların yeterli olmaması nedeniyle sıkıntılara hızlı müdahale edilemedi. Kısa çalışma ödeneği ile ücretsiz izne çıkarılanlara ödenen ücretler de ne yazık ki açlık sınırının altında kaldı. Özellikle çalışan ve dar gelirli kesim bu süreci daha sıkıntılı geçiriyor. Çalışanlar ve işsizler tarafında bunlar olurken, destek ve teşviklerin büyük bir bölümünün işverene sağlandığı bu süreçte bu kesiminde memnun olmadığını görüyoruz.
“Sanayiciye, çiftçiye vatandaşa etkili destek”
Geçen hafta online yapılan EBSO Meclis Toplantısı’nda konuşan Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar’ın bir sözü dikkatimi çekti. Yorgancılar “Yaşamak için yaşatmak lazım” sözü ile “Sanayicinin, çiftçinin, vatandaşın etkili desteklerle yaşatılmasının ekonominin sürdürülebilirliği açısından çok kritik olduğuna vurgu yaptı. Gerçekten Hükümet destekler için önemli kararlar aldı ancak bunların yaraya ne kadar merhem olduğu konusunda herkeste soru işareti var. Yorgancılar üyeleri arasında yaptıkları ankette işletmelerin en büyük sorununun nakit akışındaki bozulma nedeniyle nakit paraya ihtiyacı olduğunu gördükleri belirterek, öncelikle bu sorunun çözülmesini ve devletten çeşitli nedenlerle alacağı olan firmalara bu ödemelerin yapılması gerektiğine dikkat çekti. Yorgancılar makro düzeyde yapılması gerekenler konusunu da herkesin hem fikir olacağı şekilde şöyle özetlemiş: “2015 yılında Sanayi 4.0 sürecini sizlerle tanıştıran, bu farkındalığı yaratan biri olarak bugün de diyorum ki; Sanayi 4.0 ile başlayan dijital dönüşüm süreci, yakın gelecekte yaşayacaklarımızı Covid-19 ile belki bir 10 yıl öne çekti. Artık harekete geçmemiz, yeni dünya düzeninin gerektirdiği şekilde önceliklerimizi, stratejilerimizi, üretim planlamamızı zaman kaybetmeden belirlememiz gerekiyor.”
Yorgancılar’ın dile getirdiklerine farklı biçimlerde birçok kişi ve kurum da işaret ediyor. Ancak bunların hayata geçmesi için kısır çekişmelerin kenara bırakılması, küçük oy hesapları ile bütün siyasi partilerin kendi seçmen kitlelerini konsolide ettiğine inandığı söylemleri bir kenara bırakması gerekiyor. Salgın ortamında bile bir araya gelemeyen bizi yöneten ve yönetmeye talip olanlar ile salgın sonrası yeni dünya düzenine ayak uydurmamız biraz zor gözüküyor.
Yeni bir yönetim felsefesi
Bu süreçte bir başka umudumuzu kıran öngörü de 2007-2008 finansal krizini önceden bildiği için adı “Dr. Kıyamet”e çıkan iktisatçı Nouriel Roubini’den geldi. Roubini, Koronavirüs’ün dünya ekonomisinde 1929 Buhranı benzeri büyük bir depresyona yol açmasının kaçınılmaz olduğu öngörüsünde bulundu. Roubini, 10 madde ile bu öngörüsünün de nedenlerini açıkladı. Roubini’nin öngörülerinin doğru çıkacağını belirten birçok neden olmasına rağmen, bizim her şeye rağmen umudumuzu korumamız gerekiyor. Tabii bunun için bugüne kadar geçerli olan yönetim biçiminin ve politikalarının değişmesi şartıyla. Küreselleşme, neoliberal politikalar ile dünyanın huzurlu ve mutlu olmasının mümkün olmadığı artık görüldü. Salgın sürecinde ülkelerin nasıl kendi yurttaşlarını korumak için içe dönük kararlar aldığını, hatta hayati önem taşıyan sağlık malzemelerinin bile birbirinden nasıl kaçırıldığını gördük. Salgın süreci bize insanın önceliğini bir kez daha ortaya koydu. Önce insanları yaşatmamız gerekiyor. Bunun içinde herkesin insani yaşama ve çalışma koşullarına kavuşması şart. Sosyal devletin güçlendirilmesi, toplumun dezavantajlı kesimlerine verilen desteklerin artırılmasından başka seçenek yok. Gelir adaletinin daha dengeli olduğu bir ortamda mevcut ekonomik sistem sürdürülebilir. Aksi halde ne üretim-tüketim dengesi sağlanır ne de huzurlu bir toplumda birlikte yaşanabilir. Bir kez daha Yorgancılar’ın ifade ettiği gibi ‘Yaşamak için yaşatmak lazım”. Bunun için de başta bizi yönetenler olmak üzere bu sistem üzerinde söz sahibi olanların özeleştiri yaparak, daha çok almak yerine topluma daha çok vermeyi esas alan bir felsefeyi hayata geçirmeleri gerekiyor. Bu mümkün olur mu? Onu da önümüzdeki yıllarda yaşayarak göreceğiz.