Hale Halime YILDIRIM / GÜNDEME BAKIŞ – Geçtiğimiz yıl İZSİAD Yönetim Kurulu Başkanlığına seçilen Hüseyin Cengiz, 1 yıllık çalışmalarını değerlendirdi. İzmir ve iş dünyasına ilişkin önemli açıklamalarda bulunan Cengiz, üreticiden ihracatçıya, inşaat sektöründen tarım ve hayvancılığa kadar tüm sektörlerde yaşanan güncel sorunlara ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Türkiye’de örnek bir uygulamaya imza atarak başkanlıkta iki dönem kuralını tüzüğüne koyan İZSİAD, yeni dönemde Ticaret Bakanlığı ve SPK ile ortak projelerini harekete geçirirken, bu yıl ayrıca Uluslararası İşletme Kongresi’ni Yaşar Üniversitesi ile birlikte yapacak. İzmir’in büyük bir potansiyele sahip olduğunun altını çizen Hüseyin Cengiz, İzmir’in inovasyon ve katma değerli üretimde pozitif ayrımcılık yapılarak desteklenmesi gerektiğine işaret ediyor. Cengiz, körfez temizliği, ikinci çevre yolu, körfez geçişi gibi kente değer katacak projelerde Hükümet ve yerel yönetimin el ele çalışması gerektiğine dikkat çekiyor.
“İZSİAD’IN KURUMSAL HAFIZASINA SAHİBİM”
Üç dönem Yönetim Kurulu üyeliği ve bir önceki dönem İZSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Cengiz, “İZSİAD kurumsal hafızasına sahibim o nedenle ‘İZSİAD’a daha fazla nasıl katkı koyabiliriz?’ düşüncesi ile göreve geldim. Hasan Küçükkurt geçen dönem çok iyi bir yönetim oluşturmuştu, beni İZSİAD’a davet eden de kendisiydi. Başkanımız olarak birlikte çalıştık ve İZSİAD sosyal yönüyle Türkiye’de öne çıkmaya başladı. Deprem döneminde bir kira bir yuva kampanyasından Şiir Hatları projesine kadar, bir yandan sanatı destekledik, diğer yandan afetlerde halkımızın yanında olmaya çalıştık. Ekonomik sorun yaşayan öğrencilerimizin barınma sorunlarını çözmekten, ilköğretim çağındaki çocukların beslenme çantalarını doldurmaya, pandemi döneminde borçlarını ödeyemeyenlerin veresiye defterlerini yakmaya kadar birçok ses getiren ve karşılık bulan projeleri hayata geçirdik. Belediyeler ile birçok ortak proje yaptık. Ceza ve tutukevlerinde kalanlara meslek kazandırarak, cezaevinden çıktıktan sonra istihdam edilmesini sağladık. Tüm bu çalışmalardan önderliği için şu anda da derneğimizin Danışma Kurulu Başkanlığı'nı yapan Sayın Hasan Küçükkurt'a teşekkür ederim. Bunlar bizim için çok değerli. Üyelerimiz de bu projeleri çok destekliyor” dedi.
“KURUMSAL BİR İZSİAD HEDEFLİYORUM”
Dönemi boyunca kurumsallaşma ve üyelerin sorunlarını çözme kapsamında çalışmalar yapmak istediğini dile getiren Cengiz, “Yeni dönemde hem sosyal projelerimizi yapmaya devam edeceğiz hem de iş dünyasına biraz daha nasıl dokunabiliriz, üyelerimize nasıl katkı sağlayabiliriz noktasında çalışacağız. Kurumsallaşma kapsamında yeni bir adım daha atabilir miyiz diye ekip olarak bu işe yoğun mesai ayırıyoruz. İZSİAD üyelerimiz ile geçtiğimiz yaz ilk kez bir çalıştay yaptık. Vizyon, misyon ve kurumsallaşmayı masaya yatırdık. Çok verimli geçti, katılım üst seviyedeydi. Akademik destek de alarak çıktılar oluşturduk ve bu çalıştayın çıktılarıyla geçtiğimiz hafta tüzük değişikliğine gittik” diye konuştu.
“BAŞKANLIKTA 2 DÖNEM KURALI”
Tüzükte değişikliklere gidildiğini kaydeden Cengiz, “iki dönem kuralı koyduk. Yönetim kurulu başkanı artık peş peşe sadece iki dönem seçilebilecek. Bu uygulamanın siyaseten de böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Aynı makamda uzun süre kalınca, işletmelerde gördüğümüz işletme körlüğü oluşuyor. Kurum içinde çok şeyi görememeye başlıyorsunuz. Bir yılgınlık ve tekdüzelik yapının tamamına yansıyor. Arkadan gelen pırıl pırıl gençler var, onlara da yer açılması gerekiyor. İki dönem kuralını yönetim kurulu olarak önerdik, genel kurulumuz da uygun gördü ve hayata geçti” dedi.
“TÜZÜĞE VAKIF KURABİLMEYİ EKLEDİK”
İZSİAD’ın sosyal sorumluluk projeleri için bir vakıf düşüncesi oluştuğunu anlatan Cengiz, “Tüzüğe vakıf kurabilmeyi ekledik. Önceki dönem böyle bir girişim olmuştu ancak tüzük buna elvermiyordu. Bu dönem için oturup tekrar konuşacağız. Bu yıl mı olur birkaç yıl sonra mı olur, bunlar olgunlaşacak. Ana odaklarımızdan biri eğitim. Türkiye’de yaşanan birçok sıkıntı eğitim eksikliğinden oluyor. Şu anda da desteklediğimiz birçok eğitim kurumu var ancak çağdaş, laik bir eğitim için bir vakıf kurmanın da iyi olacağını düşünüyoruz. Bunun yanı sıra sosyal yardımlarımızı da vakıf bünyesinde toplayarak, derneği biraz daha iş dünyasının merkezine almayı hedefliyoruz” açıklamasında bulundu.
“SPK İLE PROTOKOL İMZALAYACAĞIZ”
İş dünyasının en büyük sıkıntısının finansmana erişimde zorluk ve maliyetlerin yüksekliği olduğunun altını çizen Cengiz, Sermaye Piyasası Kurulu ile İzmir’de finansal okuryazarlık ve halka arzla ilgili bir eğitim çalışması yapacaklarını vurguladı, Ticaret Bakanlığı ile de görüştüklerini belirten Cengiz, “Bakanlık yetkilileriyle teşvik ve hibelerle ilgili bir toplantı yapacağız. Bakanlıktan iki genel müdür arkadaşımız ihracat ve yurtdışı heyetleri ile Bakanlığın vereceği teşvik ve hibelerle ilgili üyelerimize açıklamalar yapacaklar. Finansmana erişimin daha da zorlaşacağını düşündüğümüz 2025 yılında kısa vadede üyelerimize finansmanı nasıl sağlayabilir sorusuna cevap vermeye çalışacağız. Ayrıca sıkışan piyasa şartlarında zorlanan üretici ve ihracatçı üyelerimizi yeni ve büyük bir pazar olarak gördüğümüz Suriye pazarı ile buluşturmak için toplantılar yapacağız ” dedi.
“YEREL YÖNETİMLE DE MERKEZİ HÜKÜMETLE DE ARAMIZ İYİ”
İZSİAD’ın yerel yönetimler ve merkezi hükümetle her zaman arasının iyi olduğunu, birçok projeyi iş birliği ile hayata geçirdiklerini anlatan Cengiz, Yeni dönemde de Cemil Tugay Başkan ile belirli periyotlarda görüştüklerini söyledi. Cengiz, “ İZSİAD’a ihtiyaç duydukları her alanda birlikte hareket ederiz. Geçtiğimiz yıl yine Şiir Hatları projesini birlikte yaptık. Umudun azaldığı, karamsarlığın hüküm sürdüğü her yerde ve her anda İZSİAD bir vicdan örgütü olarak hazır, bekliyor” dedi.
“İZMİR İNOVASYON VE KATMA DEĞER KENTİ OLABİLİR”
Tarihsel olarak ticaretin merkezi konumunda olan İzmir’in şu anda ne yazık ki hak ettiği noktada olmadığının altını çizen Cengiz, bu konudaki düşüncelerini de şöyle dile getirdi: “İzmir, lojistik üssü bir kent İnsan kaynağı da çok iyi. İzmirliler’in ufku geniş, kapasitesi yüksek. İzmir, dünyaya gözlerini ve algılarını açmış gençlerle dolu. Bu gençleri bizim hayatın içine katarak, katma değerli, inovatif ürünler üretmek için özel çaba göstermemiz lazım. İzmir bir inovasyon ve katma değer kenti olabilir. Bu noktada özel teşvikler, pozitif ayrımcılık bekliyoruz.”
“İZMİR’İN ÇÖZÜLMESİ GEREKEN SORUNLARI VAR”
İZSİAD Başkanı Hüseyin Cengiz, Manisa ve İzmir arasındaki teşvik farklılıklarını da değerlendirerek şöyle konuşuyor: “Üyelerimiz tabii ki bu sorunları yaşıyor. Fabrikası Manisa ile dip dibe olan üyelerimiz var, oradaki teşvik ve uygulamalar farklı. Önceki dönemlerde Manisa, İzmir’e göre daha az gelişmiş olduğu için böyle bir teşvik politikası güdülmüştü, özellikle kırsalı geliştirmek için. Artık orada uygulananların İzmir’e de aktarılması gerekiyor. İzmir’in de ayağa kalkmaya ihtiyacı var. Altyapısal problemler var. Körfez temizliği, çevreyolu, körfez geçiş projesi, kentsel dönüşüm gibi, demiryolları gibi hem yerel yönetimin hem de merkezi yönetimin birlikte yapması gereken işler var. Burada bizim de üstümüze bir iş düşerse hem yerel yönetimlerin hem de hükümetimizin yanındayız.”
“KENDİMİZE YETEMEMENİN NE DEMEK OLDUĞUNU ANLADIK”
Pandemi döneminden başlayarak, dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz ve enflasyonun Türkiye’de ağır şekilde hissedildiği hatırlatılan Cengiz, şu bilgileri verdi. “Pandemi tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de kötü şekilde etkiledi. Gördük ki her ülke ürettiği kadar var. Dünyada. Üretim eksikliğinin, kendimize yetememenin ne olduğunu o gün kötü şekilde tecrübe ettik. O günden bugüne ders alabildik mi ona bakmak lazım ama ders almamış gözüküyoruz. Hala üretimden uzak, kendimize yetmeyen, katma değerli ürün üretemeyen, temel gıda maddelerinin birçoğunda dışa bağlı ve bağımlı yapıyı aşamamış durumdayız. İş dünyası olarak, bir darboğazın olduğunu, mutlak üretime geçilmesi gerektiğini öğrendik ama ülke olarak bunu başardığımızı düşünmüyorum.”
“AÇLIK SINIRINDAKİ ASGARİ ÜCRETE FAZLA DEMEK İNSANİ DEĞİL”
Asgari ücretin 22 bin 104 TL 62 kuruş olarak belirlenmesinin iş dünyasına etkisini değerlendiren Cengiz, “Türkiye’de işverene maliyeti bin dolarlara gelen asgari ücret, iş dünyasının üretim tarafında, özellikle emek yoğun üretimlerde rekabetten uzaklaşmasına neden oldu. Bu gerçeklik bir tarafta duruyor. Ancak başka bir gerçeklik daha var ki; çalışanın eline geçen 600 Dolar gibi bir rakam Türkiye’de açlık sınırı. Açlık sınırındaki bir ücrete iş dünyasının yöneticisi olarak fazla demeyi insani bulmuyorum. Diğer taraftan da bu asgari ücret bizleri rekabetten uzaklaştırıyor ve üyelerimiz bu durumdan dolayı sıkıntılı. Yapılması gereken; ücretlere, üretime, sanayiye, ihracata devletin katkı sunmasıdır. Asgari ücret üzerinden vergi alınmayabilir, bir teşvik sağlanabilir. Hem çalışan insanların refah düzeyini düşürmeyecek hem de üreticiyi rekabetten uzaklaştırmayacak bir politika oluşturulması lazım” diye konuştu.
“KONKORDATOLARIN VE İFLASLARIN ARTACAĞINI ÖNGÖRÜYORUZ”
İş dünyasının enflasyonist ortamdan kötü etkilendiğini dile getiren Cengiz, “Faiz ne yazık ki çok yüksek. Türkiye’de reel ticareti, mevcut kar marjlarıyla yıllık yüzde 50 – 60’lık faizlere çevirmek çok da gerçekçi görünmüyor. 2025’te konkordatoların ve iflasların artacağını öngörüyoruz” dedi.
“İNŞAAT RANT KAPISI OLDU AMA…”
İnşaat sektöründeki gelişmeleri de değerlendiren Hüseyin Cengiz, “Bir dönem inşaat ciddi bir rant kapısı oldu ülkemizde. Biz üretim ekonomisinden beton, rant ekonomisine döndüğümüz günden beri üretime ayrılması gereken kaynaklar beton ekonomisine aktarılıyor. Bunu karlı gören yatırımcı, vatandaş çalışıp para kazanmak yerine, faiz oranları yüksekse faize yatırıyor, faiz oranı düşükse betona ya da arsaya yatırıyor. İnsanlar onlarca ev aldı, bazı iş insanları krediler düşükken o kredileri iş yapmak için kullanmak yerine ev, arsa almak için kullandı. Bu işlemlerden para kazanan da oldu ama bu ticaretin gerçekliğine uygun değil. Faizler düşükken devlet tarafından doğru yönlendirme ve denetlenme yapılabilseydi, üreticiye, sanayiciye, iş insanına verdiği düşük faizli krediyle, ‘Bununla kendine yat, kat alamazsın, şu işte kullanacaksın’ denebilseydi, üretimin çarkları daha hızlı dönebilirdi. O dönemin ekonomisi buna müsaitti. Daha sonra bunun farkına vararak devlet müdahale etti ama ipin ucu kaçmıştı. Şimdi inşaat eski havalarında değil, insanların alım gücü düştü. İnsanlar ev alabilecek durumda değiller. Eskiden evli çiftin ikisi de memursa, emekli olunca aldıkları ikramiyeyle ev, araba alabiliyorlardı, üstüne de ellerinde bir miktar para kalıyordu. Şimdi ise hiçbir devlet memuru emekli olunca ev değil araba dahi alamıyor. Faiz oranlarının bu noktalarda olduğu yerde, bir ev almanın geri ödemesi aylık 2 memur maaşına denk geliyor. Bu şartlarda çalışanların kredi ile ev alması mümkün değil. İnsanların cebinde para kalmadı. Daha önceden bunu öngöremeyen inşaat firmaları da finansal sorun yaşayacaklar gibi gözüküyor” ifadelerini kullandı.
“FABRİKANIN BACASI TÜTMEZSE, EVDEKİ OCAK DA TÜTMEZ”
Hükümetin uyguladığı ekonomi politikasını doğru bulduğunu belirten Cengiz, “Biz sıkılaştırılmış para politikasının yanındayız. Kayıt dışı ekonominin mutlaka kayda alınması gerekiyor. Vergisini verenle vermeyen arasındaki uçurum hem rekabet anlamında rahatsız edici durumda hem de ülke ekonomisinin ana kayıplarından biri. Kayıt dışının peşine düşülmesi gerekiyor. Kayıt dışılık, işini doğru yapan insanların büyümesine de engel oluyor. Hükümetin ana görevi burada herkesi doğru denetlemek olmalı. Enflasyonun düşürülmeye çalışılmasını iş dünyası olarak bizler de destekliyoruz ancak, talebi düşürerek enflasyonu düşürme hamlesi doğru bir hamle değil. Bu uzun vadede sanayi çarklarının durmasına neden olacak. Sanayi çarkları durunca, sanayideki fabrikanın bacası tütmeyince, evdeki ocak da tütmeyecek. İstihdam azalacak, işten çıkarmalar artacak. Bu anlamda talebin kısılarak enflasyonun düşürülmesi doğru bir hamle değil. Ancak sıkılaştırılmış para politikasını doğru buluyorum. Mehmet Şimşek ve ekibinin son dönemlerde yaptığı işler iyi sonuçlar almaya başladı. Toplumda bir güven de yaratıyor. Orta vadeli plandan illa ki sapmalar oluyor ama ara ara revize etmek zorundalar. Uygulayıcılar da istedikleri noktada olmayacağının farkında ama en azından ortodoks politikalara dönüş yapmaları, reel para politikalarına dönmeleri doğru bir adım. Bunu biraz da mali ve sosyal politikalarla desteklerlerse başarı sağlanabilir. Şu anda görece bir güven ortamı var. Kabine değişikliğinin planlandığını duyuyoruz, umarım Maliye Bakanı kapsamında mevcutla devam edilir. Yurtdışında da mevcut bakanımıza bir güven var. Bu güven yitirilirse zaten doğası gereği korkak olan sermaye kendisine güvenli liman arayarak ülkenize yatırım yapmaktan imtina edecektir” dedi.
“ KATMA DEĞER YARATANA ÖZEL DESTEK SAĞLANMALI”
Vergi dilimlerinde de düzenlemeye ihtiyaç olduğunu vurgulayan Cengiz, “Direkt ve dolaylı vergiler yüksek, bunlar düzenlenmeli. Özellikle dolaylı vergilerin hayatımızdan çıkması gerekiyor. Bir işlemden iki defa vergi alınması doğaya aykırı. Bir işlem yapılıyorsa o işten bir vergi alınmalı. Vergide adalet sağlandığında aslında toplumsal adalet de sağlanacaktır. Bir üretici eğer ihracat yapıyorsa kurumlar vergisini yüzde 20 ödüyor, hiçbir üretim yapmadan bir yerden alıp satan da yüzde 25 ödüyor. Yüzde 5 yeterli bir marj değil. Üreticiye, ihracatçıya rekabet şansı sağlayabilmek için bazı noktalarda vergilerin sıfırlanması veya minimuma indirilmesi gerekiyor. Katma değerli ürün üretenden vergi düşürülebilir. Yüksek teknoloji üreten firmalardan hiç vergi alınmayabilir. Biraz bu kapsamda çalışılmalı. Aldığımız bilgiye göre de hükümet arka planda böyle bir çalışma yapıyor. Umarım bir an önce hayata geçer. Üretenden, emek verenden, ihracat yapandan, katma değer yaratandan az vergi, az çaba sarf ederek çok para kazanandan çok vergi. Bizim vergi sisteminden beklentimiz bu yönde. Çok kazanan tabi ki çok ödesin ama bunu yaparken de çok üreten, çok çalışan, az üretenden, az çalışandan daha az vergi ödesin” dedi.
“VERGİDE TOPLUMSAL ADALET OLMALI”
Hükümetle yerel yönetimler arasında yaşanan SGK ve vergi borçları ile iş dünyasının SGK ve vergi borçlarından nasıl etkilendiğine ilişkin sorularımızı da yanıtlayan Cengiz, “Belediye ve hükümet arasındaki borç ve tahsilat konusunun muhataplar arasında ve vatandaşa sirayet etmeden bir an önce çözülmesi gerektiğini düşünüyorum. İş dünyası açısından bakınca da, piyasanın iyice daraldığı bu özel günlerde SGK ve vergi borçlarının birçok noktada devlet tarafından karşılanması gerektiğine inanıyorum. Özellikle üreten ve ihracat yapan, emek veren, sermaye koyan, ülkeye katma değer yaratan özel ya da kamu sektöründe kim olursa olsun, devletin bu kurum ve kuruluşları desteklemesi gerektiğine inanıyorum. Vergide toplumsal adalet olduktan sonra bizim üyelerimizin tamamı, çıkan vergiyi gönül rahatlığıyla öder. Şu anda da ödüyoruz. Bizde kayıt dışı da olmaz, tüm üyelerimiz devletle barışık şirketler. İsteriz ki bu durum toplumun tamamına yayılsın” ifadelerini kullandı.
“ÜRÜNLERİN DÖNÜŞÜ DENETİM EKSİKLİĞİNDEN”
Türkiye’de paniğe neden olan ihracattan dönen gıda ürünlerine ilişkin de soruları yanıtlayan Cengiz, “Pestisit ve zirai ilaç kalıntısından dolayı ürünler geri geliyor. Bizim üyelerimizin arasında da tarım sektöründe faaliyet gösteren firmalar var. Ana sorun denetim eksikliğinden kaynaklanıyor. Toprağın, tohumun, gübrenin denetiminden başlayarak nihai ürün çıkıp paketlenene kadarki süreci doğru denetlersek eğer hiçbir ürünümüz kapıda takılmaz. Avrupa Birliği (AB), Amerika, Kanada, İngiltere Türkiye’den et ve et ürünlerini almıyor. İzlenebilirlik yönünden güvenilir bulmuyorlar. Benim şirketim Birleşik Milletlerin (BM) onaylı üreticisi ama Türkiye’den et ve et ürünleri almıyorlar diye kendi topraklarımda çok rahat yapabileceğim üretim için Polonya’da fason üretim yaptırıyorum. Polonya’dan Ukrayna’ya ürün gönderiyoruz. Aynı ürünü ben Türkiye’de üretsem belki fazladan 100 personel daha çalışacak, on binlerce ton hammadde, on binlerce yardımcı malzeme kullanılacak, ülke ekonomisine döviz getireceğiz ama bu ne yazık ki denetim ve güven sorunları yüzünden gerçekleşmiyor” dedi.
“BESİCİLİK, TARIM VE HAYVANCILIK DESTEKLENMELİ”
Tarım ve Hayvancılık politikalarının sil baştan yazılması gerektiğine işaret eden Cengiz, Türkiye’de ne yazık ki 1980 yılından bu yana kalıcı bir tarım politikasının olmadığını söyledi. Cengiz bu konuda şu bilgileri paylaştı. “ 80’li yıllarda kendi komşularımıza et ihraç eden bir ülkeydik, canlı hayvan ihraç ediyorduk. Bugün İzmir’den Kars’a et gönderiyoruz. Büyükbaş hayvan depolarımız, küçükbaş yaylalarımız kullanılamaz duruma geldi. Dünyada canlı hayvanı besiye koyduğunuz zaman o hayvanın etinin değeri dört dolar civarındadır. Sonra bu hayvan yemeye, büyümeye başladığında fiyat aşağı düşmeye başlar. Doğru beslenirse elde edilecek etin değeri 3,50’lere kadar düşer. Türkiye’deki hayvanı 4 dolara içeri koyduğumuzda sadece döviz yediği için hayvan kesim zamanına geldiğinde eti. maliyeti 5 dolara çıkıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bu rakamlarla rekabet etme şansı yok. 3.50 maliyeti olan ülkelerde üretici besi yemini, silajını, mısırını, yoncasını kendi ekiyor. Devlet gübre desteği, ürün alım garantisi veriyor. Sözleşmeli besicilik yapıyor. Enerjiyi, mazotu daha uygun fiyata alıyor o üretici. Bunlardan kaynaklı maliyetler düşüyor. Türkiye’de meralar ıslah edilmiyor, ıslah edilmiş meralarda hayvan 3 ay bedavaya besleniyor, yurtdışındaki üretici buradan da fiyatı aşağı çekiyor. Besi süresinin sonunda oradaki fiyat 3,5 bizdeki fiyat 5 dolar. Mevcut tarım ve hayvancılık politikalarıyla ne yaparsanız yapın oradaki fiyat bizdekinin altında olacak. Et ve süt kurumu üzerinden ithal et geliyor Türkiye’ye, vatandaş uygun fiyatlı ete ulaşabilsin diye yapılıyor. Ancak bu uzun vadeli bir çözüm değil. Mutlaka ülke içinde besiciliğin, tarım ve hayvancılığın desteklenmesi lazım.”