Halime ERDOĞAN / GÜNDEME BAKIŞ - Hazine ve Maliye Bakanlığı ile İzmir Valiliği bünyesinde gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi'nin ilk programı, özel oturum ile "Türkiye Yüzyılında Türkiye Ekonomisi" oldu. Kongre Akademik Koordinatörü Prof. Dr. Mehmet Hüseyin Bilgin moderatörlüğünde yapılan oturuma İzmir Ticaret Odası (İZTO) Başkanı Mahmut Özgener, İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli, Hak-İş Genel Başkan Yardımcısı Osman Yıldız, Türkiye Genç İş İnsanları Konfederasyonu Genel Başkanı Sayın Erkan Güral" katıldı.
ÖZGENER: "YOL GÖSTERCİ NİTELİKTE"
İZTO Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener, İktisat kongresi tarihinde alınan kararlara değinerek “Bundan 100 sene önce dünya savaşından ve İstiklal Harbinden çıkan ülkemiz, Cumhuriyeti kurmanın eşiğinde katılımcı bir ruhla en başta iktisadi düzeni ele alır. İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresinde dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen büyükelçiler ile Anadolu’nun dört bir yanından çıkıp gelen çiftçiler, işçiler, sanayiciler, tüccarlar burada bir araya gelir. Yeni Türkiye'nin ekonomi politikalarının ana hatları İzmir İktisat Kongresi'nde belirlenir. Mustafa Kemal Atatürk, ulusal egemenliğin iktisadi egemenlik ile güçlendirileceğini vurgular.Ulusal egemenliğin, güçlü iktisadiyat ile olacağını anlatır. Yüz yıl önce İzmir’deki İktisat Kongresi’nde kayda geçirilen İktisat esaslarının işlevi de işte budur; yani geleceğin inşasıdır.Zaten dile getirilen taleplerin pek çoğu da izleyen yıllarda hayata geçirilmiştir. İşte bu noktada, bugün Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının yol haritası da, buradaki değerli katılımcıların katkılarıyla hazırlanabilecektir.İzmir sadece istiklal harbinin zafere ulaştığı yer olmakla kalmamıştır. Aynı zamanda ekonomik bağımsızlığının da temellerinin atıldığı, tarihe yön vermiş gazi ve güzide bir şehir olarak tarihteki yerini almıştır. Cumhuriyetimiz kurulma arifesindeyken düzenlenen İzmir İktisat Kongresi, ülkemizin iktisadi mücadelesinin de simgesi haline gelmiştir. Milletimizin Gazi Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde cephedeki destansı mücadeleleriyle elde ettiği bağımsızlığını, iktisadi bağımsızlıkla da perçinleyen tarihi bir adım olmuştur. Milli Mücadele yıllarında Misak-ı Milli nasılki milletimize bir yön tayin etmişse, İzmir İktisat Kongresi'nde alınan Misak-ı İktisadi kararları da, yeni Türkiye'ye bir istikamet tayin etmiştir. Burada alınan kararlar, günümüzde de yol gösterici niteliktedir.
Mesela bu kararlardan öne çıkanlar şunlardı:
-Milli sanayi teşvik edilmeli, öncelikle milli kaynaklar değerlendirilmelidir.
-Yatırımcılara kredi verilerek özel teşebbüs desteklenmeli, bu amaçla bir banka kurulmalıdır.
-Yabancı tekelleşmelere ve imtiyazlara son verilmeli, milli sanayinin teşviki sağlanmalıdır.
-Küçük zanaatkarlıktan büyük işletmelere geçilmeli ve teknik eğitim geliştirilmelidir.
-Gümrük tarifeleri milli sanayinin kalkınma ihtiyaçlarına göre düzenlenmeli, yerli mallar karada ve denizde ucuz tarifeyle taşınmalıdır.
-Yabancı sermaye, kanunlarımıza riayet etmek şartıyla gelebilecektir.
Alınan bu kararlar, 1913-23 arasında 10 sene aralıksız savaşlarda yıpranmış ve bitap düşmüş milletimizin,onca sıkıntıya rağmen iktisadi alanda da boyun eğmez iradesinin ve azminin ne kadar yüksek olduğunun açık bir göstergesidir. Ayrıca, 100 yıl önce alınan bu kararların bugün hala geçerliliğini koruması da son derece etkileyici" dedi.
"ÜLKEMİZİN GELECEĞİNDEN UMUTLUYUM"
Dünya tarihinde dönüm noktasında olunduğunu vurgulayan Özgener değerlendirmelerde bulundu. Özgener, "Dünya tarihinde yeni bir dönüm noktasındayız. Önce tüm dünyayı etkileyen yıkıcı ve küresel bir salgın yaşadık.Sonrasında Rusya’nın Ukrayna saldırısı, enerji arzındaki yapının değişmesi ihtiyacını ortaya çıkardı. İklim değişikliğinin yıkıcı etkileriyle birlikte yeşil dönüşüm gündemin ilk sırasına yükseldi.Teknolojideki ilerleme toplumda ve ekonomide hızlı bir dijital dönüşüm süreci başlattı. Bizde tüm bu sınamaların dışında kalamayız ve değişime adapte olmak zorundayız. Evet, geçtiğimiz asırçeşitli zorluklarla karşılaştık ama hepsinin üstesinden geldik. Sadece son 30 yılda 6 büyük küresel ve yerel ekonomik kriz ile hain bir darbe girişimi yaşadık. Ama yolumuza devam ettik. Dolayısıyla günlük çalkantılara takılıp, resmin bütününü kaçırmamak gerekir. Girişimci bir topluma ve dinamik bir özel sektöre sahibiz. Esnek yapımız ve yeni ortamlara adapte olma özelliğimiz çabuk toparlanmamızı sağlıyor. İşte bu çerçeveden bakınca her zorluğa rağmen gelişen, dönüşen dinamik bir ülke görüyorum. Son 20 senenin 19’unda (yani 2009 küresel krizi hariç) büyüyen ekonomi görüyorum. Düşük teknolojili ve tarım ağırlıklı bir yapıdan, orta-üst teknolojiyi yakaladığımızı ve sanayi ülkesine dönüştüğümüzü görüyorum. Almanya’nın iki asırda yakaladığı şehirleşme oranını iki nesilde yakalayan bir millet görüyorum. Dün birkaç büyük kentle sınırlıyken, bugün Anadolu’ya yayılmış bir sanayi görüyorum. İtalya ile Çin arasında en büyük sanayi üretim kapasitesini kurmuş, en büyük sanayi ürünü ihracatını yapan, girişimci bir ülke görüyorum. Pek çok üründe, otomotiv, beyaz eşya, hazır giyim gibi Avrupa’nın ana tedarikçisi haline gelmiş, turizm ve uluslararası müteahhitlikte dünyada ilk sıralara yükselmiş bir başarı hikâyesi görüyorum. Kamu ve özel sektör işbirliğiyle savunma sanayinde kat edilen büyük mesafeyi, yerlilik oranının yüzde 20’den 80’e çıkışını, insansız hava araçlarımızı, gemilerimizi ve uçaklarımızı görüyorum. 60 yıllık hayalimizi gerçeğe dönüştüren elektrikli yerli ve milli otomobilimizi, TOGG’u görüyorum. İşte bu yüzden ülkemizin geleceğinden umutluyum" şeklinde konuştu.
"KUR, FAİZ VE LİKİDİTE RİSKLERİNİ DOĞRU YÖNETMELİYİZ"
Türk ekonomisinin durumu hakkında değerlendirme yapan Özgener, "Ülkemizin geleceğinden umutluyum demiştim, tabii ki riskleri de göz ardı etmemeliyiz. Şu an dünya genelinde üretimle ve dağıtımıyla ilgili sorunlar var. Hem Avrupa ülkeleri ve hem Amerika, farklı tedarik alternatifleri arıyor. Türkiye coğrafi yakınlığı ve hızlı tedarik kapasitesiyle burada öne çıkıyor. Bunu da sanayi üretim verilerinde ve ihracat hacminde görüyoruz. Sanayi ve ihracatta pandemi öncesi seviyelerin üzerine çıktık. Kritik virajları aştık. Ama önümüzde, inişli-çıkışlı uzun ve zor bir yolculuk var. Temkinli ama kararlı bir şekilde ilerlemeyi sürdürmeliyiz. Risklere değil, fırsatları ön plana çıkaracak adımlara odaklanmalıyız. Yapısal reformlara devam ederek risk algısını düşürmeli ve bu yeni döneme uyum sağlamalıyız. Nüfus yapımız, üretim kapasitemiz, merkezi konumumuzla, büyüme potansiyeli en yüksek gelişmekte olan ülkelerden biriyiz. İş dünyası olarak verimlilik ve maliyet kontrolünü öne çıkarmalıyız. Dış ticarette ekseni genişletmeli ve yeterince aktif olamadığımız Amerika, Afrika, Güneydoğu Asya gibi bölgelere odaklanmalıyız. Kur, faiz ve likidite risklerini doğru yönetmeliyiz. Yeşil ve dijital dönüşüme doğru hazırlıklara başlamalıyız.Küresel değişimle uyumlu yeni işler ya da eski işlere yeni biçimler bulmalıyız. Sonra da yeni kurulan dünyada kendimize bir yer tanımlayacağız ve yerimizi alacağız. Bunu vakıa ile kavga ederek değil, uyum sağlayarak yapabiliriz. Türkiye için de, yeni bir büyüme, millete yeni bir zenginleşme stratejisi saptayacağız. Çünkü ülkemiz hala küresel değer zincirlerine yeterince eklemlenemedi. Yabancı sermaye, Türkiye’yi bir ihracat üssü olarak yaygın bir biçimde kullanmadı. Buraya gelenlerin pek çoğu, yalnızca bizim için üretim yapmak üzere geldi. Türkiye, içinden enerji hatları geçen ülke olabildi, ama içinden değer zinciri yeterince geçen ülke olamadı. Demekki hem bir sanayi ve hem de yabancı yatırım stratejisi belirlenmeli. Ayrıca Türkiye’de hem ihracat, hem de ithalat yapan firmalar, toplamın yalnızca yüzde 5’i kadar. Ama mesela Malezya’da, bu oran yüzde 18, Polonya’da bile yüzde 11. Bu rakamlar firmalarımızın ağırlıkla nasıl içe kapanık olduğuna işaret ediyor. Tüm bu nedenlerle yeni bir dışa açılma hamlesine de ihtiyacımız var.Çağın gerisinde kalmamak, Avrupa pazarımızı rakiplerimize kaptırmamak için, ikiz dönüşümü, yani dijital ve yeşil dönüşümleri başlatıp bitirmeye ihtiyaç var. Yeşil mutabakat çerçevesinde küresel değer zincirlerinin yeniden biçimlenecek olması bizlere bir büyük imkân seti sunuyor.Avrupa Birliği ile ortak gelecek tahayyülü alanı da süratle genişliyor enerjiden mal tedariğine kadar yeni işbirliği imkanları doğuyor. Eski sorular ve eski tartışmaların yerini, yeni imkanlar alanına bırakıyor, özellikle de Rusya-Ukrayna savaşından beri.Tedarik zincirlerinin kısalması kadar güvenliği ve tedarikin hangi ülkeden yapıldığı da önemli hale geliyor. Türkiye, başka ülkelerin tedarik zincirlerinde bir yer edinmesinin kendi tedarik zincirinin güvenliği ile yakından alakalı olduğuna bundan böyle daha fazla dikkat etmek durumunda. Yine bugüne kadar ciddi bir biçimde ele almadığımız “döngüsel ekonomi” hadisesini, kent madenciliği (urban mining: Kentsel madencilik beton, tuğla, çelik takviye, çatı kaplama malzemeleri, bakır borular veya alüminyum gibi şehirlerin atık malzemelerinin geri kazanılması ve yeniden kullanılması) konusunu da gündeme almanın zamanı geldi. Özellikle kent madenciliğini sanayinin tedarik zincirinde nasıl önemli kılabiliriz konusuna odaklanmak durumundayız.Şubat ayındaki depremle birlikte mekânsal planlamanın da önemi arttı.Sanayimizi tek bölgeye dayalı olmaktan çıkartmalıyız.Orta ve Batı Anadolu ikinci Marmara Bölgesi olmak için gereken fiziki ve beşeri altyapıya sahip. Bunun için de mekâna dayalı bir planlama anlayışı yapmamız gerekiyor.Mesela Ankara’dan Mersin’e inen otoyolun etrafında yeni sanayi bölgeleri kurmak için gereken altyapı mevcut.Bu yeni sanayi bölgesinin dışarıya çıkış noktası ise Mersin Limanı olacak. Peki, Anadolu’da ikinci bir Marmara kurabilirmiyiz? Evet. 1980’den sonra Türkiye’de sanayi büyük metropollerin dışına taştı.Anadolu’da pek çok yeni sanayi, OSB ve ihracat merkezi ortaya çıktı. Yani bu da yapılabilir" ifadelerini kullandı.
"YÜZYIL ÖNCEKİ KADAR AKILLI OLUP KÜRESEL ÖNCELİKLERİN GETİRDİĞİ İMKANLARI SONUNA KADAR KULLANABİLİRİZ"
Türkiye'nin geniş imkanlara sahip olduğunu da kaydeden Başkan Özgener, "Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına küresel, bölgesel ve yerel yeniden yapılanma gereğinin dayattığı bir dizi ihtiyaçla giriyoruz. Sermaye yoğun bir iktisadi dönüşüm süreciyle karşı karşıyayız ve bundan dolayı da daha fazla yatırıma ve bunun için de sermayeye ve mali kaynağa ihtiyacımız var. Yüzyıl önceki kadar akıllı olup küresel önceliklerin getirdiği imkanları sonuna kadar kullanabiliriz. Türkiye’yi yeniden biçimlenen küresel değer zincirleri haritasının merkezine yerleştirme fırsatını yakalayabiliriz. Yani Türkiye doğru yerde durursa, doğru kararları alırsa kazanacağı geniş bir imkanlar seti var" açıklamasını yaptı.
KESTELLİ: "DÜNYADA İLK 5'E GİRMELİYİZ"
İzmir İktisat Kongresi’nde konuşan İTB Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli, Eğer bu yüzyılda tarım ve hayvancılıkta gerçekten başarı yakaladık demek istiyorsak, bu sektörün milli gelirdeki payını yüzde 10’un üstünde tutabilmeliyiz. Bu da uzun yıllar boyunca tarım sektörünün, diğer tüm sektörlerin ortalamasının iki katı büyümesini gerektiriyor. Tarımsal üretimde dünyada ilk beşe girdiğimiz anda pek çok problemimizin kendiliğinden çözüldüğünü göreceğiz” dedi
TARIM VE HAYVANCILIK MİLLİ EKONOMİNİN TEMELİ
İZTO Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener’in ardından konuşma gerçekleştiren İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli, Tarım ve hayvancılığın milli ekonominin temeli olduğuna dikkat çekerek ,”100’üncü yılını geride bıraktığımız İzmir İktisat Kongresi; bu güzel topraklarda bir ulus inşa etmenin, ortak akıl arayışının, aynı ufka bakma çabasının vücut bulduğu çok önemli dönüm noktalarından biri. Ülkeyi kuran irade, savaş alanlarında kazanılan zaferlerin ekonomiyle taçlandırılmadığı takdirde sürdürülebilir olamayacağının son derece farkındaydı.Henüz ülkenin havası barut kokarken toplanan kongrede; devleti, işçisi, tüccarı, sanayicisi ve çiftçisiyle tüm kesimler, yeni ve güçlü bir ekonomi yaratmak üzere bir araya geliyorlar.Tarım ve hayvancılık, sizin de altını çizdiğiniz gibi milli ekonominin temeli olarak alınıyor.Çiftçilerin eğitiminden, asayişin sağlanmasından aşarın kaldırılması ve adil bir vergi sisteminin kurulmasına, Ziraat Bankası kredilerinin artırılmasından ulaşım sorununun çözümüne kadar bir dizi hayati karar alınıp, uygulanmaya başlanıyor.O günün şartları düşünülünce gerçekten olağanüstü bir yönetimsel refleksten bahsediyoruz. Cumhuriyetin geride bıraktığımız yüzyılı elbette dikensiz gül bahçesi değil.Bir kere, yola çıkarken alınan kararlar ve hedefler için eldeki imkanlar son derece yetersiz.Yolda ise, büyük buhrandan İkinci Dünya harbine, uluslararası topluma entegrasyondan soğuk savaşa kadar sayısız meydan okumayla karşı karşıya kalan bir ülkeden söz ediyoruz. Ama finalde, büyük bir başarıyla küllerinden doğmuş bir milletin ve müthiş bir yapısal dönüşüme imza atıp muasır medeniyetler arasına katılmış bir ülkenin adı Türkiye” dedi
TEKNOLOJİDEKİ BÜYÜK DALGAYI YAKALAMALIYIZ
Tarım ve hayvancılıkta ilgili gelinen nokta hakkında değerlendirmelerde bulunan Kestelli,Cumhuriyetin kurulduğu yıl, tarımın milli gelirdeki payı yüzde 42.8 düzeyinde. Bu pay; 1970’lerde yüzde 36’ya, 1980’de yüzde 25’e, 1990’da yüzde 16’ya, 2003’te ise yüzde 12.6’ya düşüyor. Başka bir deyişle Türkiye’de tarım ve hayvancılık oransal olarak; sanayi ve hizmet sektörlerindeki büyük gelişmenin gölgesinde kalıyor. Bu bize özgü bir durum değil. Tüm gelişmiş ülkelerde benzer bir trend yaşanıyor. Bugün ülkemizde tarım ve hayvancılığın ülke milli gelirindeki payı yüzde 5’ler seviyesine inmiş durumda. 1980’li yıllardan başlayarak artan ithalat, bu sektördeki reform ihtiyacını gidermeyip, üretim kaslarını güçlendirememek, talihsiz IMF anlaşmalarıyla hızlanan aşınma bizi bugünlere getirdi. Ama günün sonunda yalın gerçek şu ki; ülkemiz, bir dönem 62 milyar doları bulan tarımsal üretim gücüyle dünyanın 10 büyük tarım ekonomisinden biri ve işgücünün yüzde 17’si hala bu sektörde istihdam ediliyor. Daha da önemlisi, teknolojideki büyük dalgayı yakalayabilirsek bu sektörde gerçekten Türkiye yüzyılını yaşatabiliriz diye düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
TARIMSAL ÜRETİMDE İLK 5’E GİRMELİYİZ
Tarımın temel hedefleri ile ilgili önerilerde bulunan Kestelli teknolojik dönüşüme vurgu yaparak,”Projeksiyonlar, dünyada 2050 yılına kadar yüzde 70 oranında daha fazla gıda üretilmesi gerektiğini, mevcut sistem değişmezse gelecek yıllarda gıda kıtlığı ve açlığın yeniden en büyük problemlerden birisi olacağını gösteriyor. Bu zorlukların üstesinden gelmek için de hükümetlerin, yatırımcıların ve yenilikçi tarım teknoloji geliştiricilerinin ortak çaba göstermesi şart. Tarım 5.0 da diyebileceğimiz akıllı tarım dünyasında, güneş ve deniz suyu gibi bol ve temiz kaynaklardan yararlanılarak kurak bölgelerde mahsul yetiştirmek mümkün olacak.Genetik modifikasyon, sensörler, makineler ve bilgi teknolojilerindeki ilerlemeler geleceğin tarımını bugünden şekillendiriyor ve oyunun kurallarını değiştiriyor. Drone ve uydu, Yapay zekâ, Tarımsal robotik, saha yönetimi için coğrafi bilgi sistemleri, Vektör teknolojileri, Tarım dünyasının geleceğine şekil veren teknolojiler arasında. Son derece hızlı bir değişim-dönüşüm dönemindeyiz.Bugün, 100 yıl öncesinden daha büyük bir meydan okumayla karşı karşıyayız. Tarımsal üretim giderek daha fazla teknoloji isteyen bir dönüşüme uğrarken bugün bizim yaş ortalaması 55’e dayanan çiftçi nüfusumuz giderek yaşlanıyor. Bir yandan gençleri tarıma çekecek önlemleri almak ve eş zamanlı olarak teknoloji üreten bir sistem kurmak zorundayız. Eğer bu yüzyılda tarım ve hayvancılıkta gerçekten başarı yakaladık demek istiyorsak, bu sektörün milli gelirdeki payını yüzde 10’un üstünde tutabilmeliyiz. Bu da uzun yıllar boyunca tarım sektörünün, diğer tüm sektörlerin ortalamasının iki katı büyümesini gerektiriyor. Tarımsal üretimde dünyada ilk beşe girdiğimiz anda pek çok problemimizin kendiliğinden çözüldüğünü göreceğiz” şeklinde konuştu.
İZMİR BU ÜLKENİN GÖZBEBEĞİ
İzmir’in tarımsal üretimde ikinci sırada olduğunu ifade eden Kestelli, “İzmir, bu ülkenin göz bebeği. 81 il arasında Türkiye’nin üçüncü büyük ekonomisi. Ülkenin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’na katkımız yüzde 6.4 düzeyinde.İlk iki sırada yüzde 30.4 ile İstanbul ve yüzde 9.2 payla Ankara geliyor.Ankara’nın başkent oluşunun etkisi ve İstanbul’un devasa büyümesi karşısında İzmir’in çok önemli bir avantajı var. İzmir sanayi, hizmetler ve tarım gibi üç hayati alanda da iddialı olan dengeli bir kent. Sanayi ve hizmetlerde İstanbul ve Ankara’nın ardından üçüncüyken tarımsal üretimde ikinci sıradayız.Fakat daha da önemlisi, ülkenin en değerli hinterlandına sahibiz.Dolayısıyla İzmir’e yapılan yatırımların çarpan etkisi çok daha yüksek.Bu soru bana biraz kurumumun reklamını yapma şansı da verdi, bunun için teşekkürler Sayın Başkan.İzmir Ticaret Borsası olarak üyelerimizin temel işi tarımsal ürünlerin ticareti. Ama biz kendimizi, “Tarımın Servetini Dönüştürmek” ifadesiyle tanımladığımız bir nitelikli değişim-dönüşüm hareketinin önemli bir parçası olarak konumlandırıyoruz. Dünyanın bu en bereketli topraklarında binlerce yıldır demlenen değerleri, hakkını vererek geleceğe taşımak için gücümüz yettiğince projeler geliştiriyoruz. “İzmir Tarım Teknoloji Merkezi” ve “Ege Gastronomi Hareketi” son dönemdeki iki önemli projemiz. İlave olarak, kentimizdeki iş dünyası STK’larıyla tam bir uyum içinde geliştirdiğimiz ileri teknoloji tarım projeleri var.Amacımız, İzmir’i tarımın silikon vadisi haline getirecek öncü adımlar atmak. Bu yolda bize koşulsuz destek veren Bakanlıklarımıza özellikle teşekkür etmek istiyorum.Bilim Sanayi Teknoloji Bakanlığımız, kalkınma ajansları desteği ile tasarlanan “İzmir Tarım Teknoloji Merkezi’ne” tekmer statüsü ekleyerek, projemize rekabet avantajı kattı” dedi.
Kestelli konuşmalarını şöyle sürdürdü:
Tarım Bakanlığımız, Uluslararası Tarım Araştırmaları Eğitim Merkezi’nde tarım teknoloji merkezini konumlandırarak; doğal bir kümelenme yarattı.Ticaret Bakanımız, tarım ürünlerimizin piyasa değerinin artması için çok önemli olan pazarlama gücümüzü artıracak yeni kurduğumuz sosyal kalkınma kooperatifimizin kuruluşunda kolaylaştırıcı rol üstlendi.Yerel yönetimlerimiz, tüm İzmir STK’larına ve ortaklarımıza teşekkür ediyor, bu projeleri daha yakından izlemenizi tavsiye ediyorum. Sevgili Arkadaşım Mahmut ile İzmir projelerinde kurumlarımız olarak birbirimize koşulsuz destek veriyoruz.Borsa Sarayımız, İzmir’in en önemli tarihi anıt eserlerinden.Sayın Valimize; umuyorum yine birlikte açılışını yapacağımız Borsa Sarayı restorasyon sürecinde YİKOB eliyle bize verdiği desteklerinden ötürü hepiniz huzurunda bir kez daha teşekkür ediyorum.
Gelecek 10 yılda beklenen 10 temel kriz alanının altısının iklim değişikliği, çevre, doğal kaynaklar ve biyolojik çeşitlilikle ilgili olduğu bir dünyada, tüm bileşenleri ile tarımı ilgimizin odağına almaktan başka çıkar yolumuz yok. Cumhuriyetin yeşerip büyümesinde hayati rol oynayan tarıma dayalı ekonominin, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına da damga vurabilmesi için çok çalışmamız gerektiğinin farkındayız. Tüm zorluklara karşın bunun bir kez daha başarılabileceğine tüm kalbimle inanıyorum. İzmir İktisat Kongresi’nde atılan adımların Türkiye’nin yeni yüzyılına ışık tutmasını temenni ediyorum.
YILDIZ: "DÜNYA EKONOMİK MODEL ARIYOR"
Hak-İş Genel Başkan Yardımcısı Osman Yıldız, "Ben emek kesimini temsil ediyorum. Bizi de buraya davet ettikleri için teşekkür ediyorum. 100 yıl önce hangi şartlar olursa olsun Atatürk'ü farklı kılan tüm şartlara çözüm üretmesiydi. İzmir İktisat Kongresi de toplumun özellikle ekonomi, sosyal, siyasi, kültürel diye 4 ana grupta toplarsak, ekonomiyi organize etti. Bir devlet bütün kurum ve kurullarıyla oluşur. Modern Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomisinin hangi model üzerine inşa edileceğinin arayışıydı. Burada birçok ilke ortaya konmuş. Bunlar sosyal hayatı da organize edecek kurallar. Biz ekonomik anlayışı işçi kesimini temsilen söylüyorum; ekonomik modelle sosyal modelin iç içe olduğu anlayışı ortaya koyuyoruz. Tek başına ekonomik modelin anlamı yok. Dünyaya baktığımızda da ekonomik model arayışı söz konusu" diye konuştu.
"1 MAYIS'LARA İZİN VERİLDİ"
Yıldız, "Aktörleri, mekanizmaları, kuralları tam olarak tanımlayabiliyor muyuz, herkes görevini rahatça yapıp istediği hedeflere ulaşabiliyor mu, önemli olan bu. Sistemi doğru temellere oturtan bir arayışın ürünü olarak görüyoruz. Atatürk'ün Cumhuriyeti kuruşuna baktığımızda sosyal açılımları da bu modelle uyumlaştırdığını görüyorum. 1 Mayıs'lara izin veren anlayışı görmek mümkün. Sosyal ve ekonomik uyum el ele devam ediyor. Bu ekonomik modellerin aranışı son derece önemli, biz kuralları birlikte koyarsak, toplumsal sözleşmeyi oluşturmuş oluyoruz. Bu arayışın ben Türkiye'de toplumsal sözleşmenin modelinin oluşturulduğunu görüyorum. Bizim bütün çalışmalarımızda, hak ve özgürlüklerde bu toplumsal sözleşmenin son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Sosyal model geliştirmek istiyoruz var olan ekonomik modelin karşılığında. Bunları aynı kotada birleştirmek mümkün. Bütün yollar kesişiyor, hepimiz güçlü, hakların ve özgürlüklerin hayata geçtiği modeli oluşturuyoruz. Bu yüzden bu çalışmayı son derece önemli buluyoruz.
YILDIZ: "BU KADAR ASGARİ ÜCRETLİ EKONOMİMİZ İÇİN DOĞRU DEĞİL"
Hak - İş Konferderasyonu Başkanı Yıldız, kongrede yaptığı konuşmada asgari ücrete dikkat çekerek, "Bizim ekonomimi büyüyor, Türkiye'nin üretim gücü çok arttı, ekonomimizin geliştiğini görüyoruz, yolarda, işyerlerinde, sanayi organize bölgelerinde, çıplak gözle bile Türkiye'nin aşırı geliştiğini görüyoruz. Fakat; Türkiye'de şu anda 15 milyon kayıtlı çalışan, hala yüzde 40 kayıtsız çalışan var. Bu kayıtlı çalışanların büyük çoğunluğu asgari ücretle çalışıyor, 6 milyona yakın asgari ücret düzeyine çalışıyor. Türkiye geçmişte üretemiyordu, şimdi üretiyor ama o zaman da asgari ücretle çalışanlar yüzde 40-50 arasındaydı, şu anda da aynı. Bu kadar asgari ücretli ekonomimizin sağlığı açısından doğru değil. Kamu çerçeve protokolünü yapıyoruz, asgari ücret baskısından başka bir şey konuşamıyoruz. Asgari ücretle çalışma Türkiye'nin modeli gibi algılanıyor. Bizim sosyal taraflarla buna çözüm bulmamız lazım. Asgari ücret konusunu ekonominin belirleyici unsuru olmaktan çıkarmalıyız" ifadelerini kullandı.
GÜRAL: "YAPACAĞIMIZ ÇALIŞMALARLA GELECEK NESİLLERE ÖRNEK OLACAĞIZ"
Türkiye Genç İş İnsanları Konfederasyonu Genel Başkanı Erkan Güral, "100 yıl önce başlayan süreç ekonomik, sosyal planlamanın başlangıcı olarak gerçekleştirildi. Bu toplantıların 100 yıl sonra Türkiye'nin muasır medeniyetler seviyesine çıkaracak toplantılar olduğunu gördük. Sanayi atılımları, devlet eliyle başlamış olmakla beraber sonrasında ailelerin kurduğu sanayi tesisleriyle daha gelişmiştir. 1960'lı yıllarda bu son derece iyi idare edilmiştir, aileler, yaptıkları sanayi tesisleriyle ülkemize katma değer sağlamaya devam etmekteler. Geçmişten gelen o tecrübelerin korunması, kullanılması bizler için ayrıca bir görev. Biz de yapacağımız çalışmalarla gelecek nesillere örnek olacağız. Geleceğimizi planlamak için, plan ve projeleri şimdiden ortaya koymalıyız. Katma değer ve istihdamın liderliğinde, bunların ardından gelecek diğer zenginlikler ülkemizin en büyük kazanımı olacaktır" ifadelerini kullandı.